“If you had a second chance?”, on Midnight Library, Art Miami
YOLCULUK PARALEL EVREN! KEŞKELERİ TAMİR ETME ZAMANI!
“Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var,” dedi. “Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşanmış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı
seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün…”
“Gece Yarısı Kütüphanesi”ne hoş geldiniz. Matt Haig tarafından kaleme alınan ve 2020 Goodreads Yılın En İyi Romanı ödülüne layık görülen kitapta, Nora Seed hayatının en kötü günlerini yaşıyor. İşten kovuldu, babası ve annesi yaşamıyor, ağbisi de onunla konuşmuyor. Kedisi de ölünce yapayalnız kalan genç kadın intiharın eşiğinde…
Hayatı pişmanlıklarla dolu olan baş kahramanımız, ölümle yaşam arasında var olan ve saatin daima 00.00 olduğu bir kütüphanede bulur kendini. O sanal ile gerçek yaşamların karıştığı yerde, sonsuz sayıdaki yeşil kapaklı kitaplar var; her biri Nora’nın farklı seçimler yapsaydı nasıl bir yaşamı olacağını gösteriyor.
“Çünkü Nora, bazen öğrenmenin tek yolu yaşamaktır.” diyor kütüphanenin rehberi olan
Bayan Elm.
“Çok acımasızca.”
Nora paralel evrende, her bir kitapta kendisinin başka versiyonlarının yerine geçtikçe, yaşamın sunduğu sınırsız alternatiflerin sonucunda, bir küçük kararın bile, nasıl bambaşka
hayatlar yarattığını anlatıyor çevrilen her sayfa.
Dışarıdan ışıltılı görünen o hayatlarda Nora her şeyi bulabilmiş miydi? Mutluluk sadece önemli sandığımız seçimler de mi gizli?
Ömrümüzde birçok kez, kararlarımız ve hayatın, insanların bize sundukları arasında kalırız. Hepimizin yaşantısında kimi kararları sorguladığı, keşke farklı davransaydım dediği pişmanlıklar yaşadığı deneyimleri vardır kuşkusuz. Hayatından memnun olmayan insanlar için, paralel evrenlerde yaşanan farklı yaşantılara gidebilmek, istediğine karar kırabilmek
nasıl olurdu acaba? “Keşke”, keşkelerimize bizde bir şekilde gidip neler olacağını görebilseydik diye düşünmeden edemedim. Belki de benimde pişmanlıklar kitabımı açma vaktim gelmiş olacak ki Nora Seed ile yolumuz kesişti. Hatta ben kimi eserlerin insanı
seçtiğine de inanıyorum.
Eserin en sevdiğim yanlarından biri de başkahramanın, benim de lise yıllarımda en sevdiğim
ders olan, felsefe dalında üniversitede okuması. En olmadık yerlerde usta sanatçılardan
sözler çıkıyor karşımıza. Kimi zaman Albert Camus oluyor kimi zaman Jean-Paul Sarte bazen de Martin Heidegger.
Yazarın akıcı ve sürükleyici dili okuyucuları, ilk sayfadan itibaren o gizemli atmosferin içine
çekiyor. Olay örgüsünün hareketli yapısı sebebiyle, kitabın okuyucuyu canlı tutabilen bir tarzı
var. Kitabı hızlı bitirdim. Çok derine inilmeden paralel evrenler, çoklu yaşamlar ilgimi çekti.
Matt Haig tarafından kaleme alınan, fantastik kurgu içeren “Gece Yarısı Kütüphanesi”ni bu
konuları seven tüm okuyuculara öneririm. Özellikle sık “keşke” diyen biriyseniz, işte bu kitap
sizin için biçilmez bir kaftan. Bazı kitaplar sadece okunmakla kalmaz. Adete insanın kalbini,
aklını hatta ruhunu ele geçirirler. Son sayfayı kapatıp rafa kaldırdıktan sonra bile bıraktığı etki
uzun sürer…
Seçimlerimiz ne olursa olsun her hayatta hep mutluluk arayışında, mutlu zamanları
çoğaltmak mümkün. Piano da ki siyah tuşlar gibi bakmalıyız hüzünlere… Sanki senfoninin
farklı bölümleri arasındayız, dans ediyoruz.
Bir Çocuk Öyküsünde “Büyük Büyük Temalar İşlenebilir mi?
Uçan Minimini Kadın Örneği
Her edebi metin, yaratıcı düşünmenin sonucunda yazılır. Yaratıcı düşünmek, zihindeki bir imgeyi ya da düşünceyi, birtakım teknikleri kullanarak keyifli, ama bir o kadar da zor bir süreçten sonra öyküye, romana ya da şiire dönüştürmektir. Eğer yazarlar çocuk edebiyatı yapacaklarsa, işleri daha da zordur. Nitelikli bir çocuk kitabına imza atmak isteyen yazarın omzuna büyük bir sorumluluk yüklenir. Aslında yazar, bu sorumluluğu omzuna, kendi kendine yükler. Bunun nedeni, okunan kitapların çocukların kalplerinde, beyinlerinde hayatları boyunca izler bırakmasıdır.
Aklınıza gelen her konu çocuk edebiyatı imkanları dahilinde minik okurlara aktarılabilir. Çocuklar, dış dünyada deneyimleyerek öğrenebilecekleri şeyleri, okudukları metinler aracılığıyla da öğrenebilirler. Bu yüzden çocuklar için yazılmış eserler, yetişkinlerin okuyarak keyif aldıkları kurmaca eserlere benzemez; çocuk öykülerinde ve romanlarında çocuğa hayatla ilgili bir fikir vermek, ona olaylar karşısında ne tür tepkiler vermeleri gerektiğini göstermek, yetişkin edebiyatına göre daha da ön plana çıkar. Yazar, bunun için
neyi, nasıl anlatması gerektiği üzerine düşünmelidir ki anlattıkları, çocukları çok yönlü olarak besleyebilsin.
Çocuklar için edebiyat yaparken çok da sınırlandırmamak gerekir konuları ve temaları. Ülkemizde bazı konulara kalem oynatmak cesaret istiyor. Çocukları topluma karşı sorumlu bireyler olarak yetiştirmek için elimizi taşın altına koyup, biraz da “büyük büyük temalar” olarak tanımlayabileceğimiz temalara yer vermeliyiz ki yaptığımız edebiyatla ulusal ve evrensel değerlere hizmet edebilelim.
Giulia Cocchella’nın Uçan Minimini Kadın isimli, Tülin Sadıkoğlu tarafından çevrilen eseri, çocuklar için metinler üreten yazarların önünü açacak türden bir eser. Bunun nedeni, Cocchella’nın eserini “büyük büyük temalar” üzerine kurmuş olması. Roberto Lauciello’nun resimlediği, Çınar Yayınları etiketiyle yayınlanan Uçan Minimini Kadın, çocukların kadın-erkek ilişkilerini çağdaş bir bakış açısı geliştirerek kavrayabilmesini sağlayan bir yapıt olmasından dolayı dikkat çekici. Sadece anlatımı, konuyu ele alış biçimi, resimleri değil, belki de bundan öte kitabı değerli kılan husus, kadın-erkek ilişkilerini özgürlük sorunsalı çerçevesinde ele
alınması. Çocuk edebiyatı ilkeleri dikkate alınarak yazılan öykü/kitap, küçücük bilinçlerin yetişkin olduklarında karşı cinsle kuracakları ilişkide “özgürlük” kavramının ne kadar önemli olduğunu görmelerini sağlayacak bir titizlikle örgülenmiş.
Öyküyü kısaca özetlemekte yarar var: Balerin gibi rüzgârda uçabilen Minimini Kadın ile Minik Adam evlidir. Bir sabah, pencerenin önündeyken rüzgarla birlikte gökyüzüne uçan Minimini Kadın’ı bulamayan Minik Adam, endişelenip onu aramaya başlar. Minimini Kadın’ın, daha önce de rüzgarla birlikte uçmasından dolayı eşi, kapıyı ve pencereyi kapatmayı adet haline getirmiştir. Eşinin kaybolmasından dolayı endişelenen Minik Adam Teresa’nın, Bay Nar Bülbülü’nün, Selmira’nın selamını işitemez. Selmira, bu duruma şaşırır. Okula gittiğinde gökyüzünde uçan Minimini Kadın’ı görür. Selmira ile arkadaşı Adnan, okul çıkışında sahile
gider, arkasından büyükannesi Teresa da koşar. Bu arada, Nar Bülbülü de gökyüzünde Minimini Kadın’ı takip eder. Selmira ve Adnan sahile gittiklerinde Minik Adam’ın, parmağıyla rüzgârın yönünü bulmaya çalıştıklarını görürler. Havada balerin gibi uçan Minimini Kadın, halinden memnundur. Minik Adam, onu bir kelebek ağıyla yakalar, aşağıya indirir. Minimini Kadın, eve dönerken eşine, gökyüzünde yaşadıklarını anlatır. Minik Adam, ertesi gün, eşinin uçmasını engellemek için onu, ayak bileğinden iple bağlar; böylece onu kolayca bulabilecektir. Bu durumdan çok fazla hoşlanmayan Minimini Kadın, duruma alışmaya çalışır.
Günler geçer. Kuvvetli bir rüzgarla uçmadan önce, eşine mektup yazarak onun bakış açısını değiştirmek ister. Kendi arzularını, özgür olma isteğini Minik Adam’a mektupla, üstü kapalı bir şekilde anlatır. Arkadaşlarıyla bir sepet ve balonla “muhteşem bir sıcak hava balonu” yapan Minik Adam sonunda eşini anlar, onun hayata nasıl baktığını fark eder. Gökyüzüne, Minimini Kadın’ın yanına uçar, eşini bulduktan sonra “mutlu ve uçarak” yaşarlar.
Uçan Minimini Kadın, kadın özgürlüğünü merkeze almış olan bir öykü. Belli ki yazar, masalsı bir anlatımla kadın özgürlüğünün önemini, kadının prangalarla bağlanmaması gerektiğini, özellikle erkek çocuklara anlatmak istemiş. Ayrıca aşırı derecede sevmenin bir süre sonra, sahiplenmeye dönüşeceğini, kadın eşin özgür bırakılmasının, onu “sevgi” adı altında sahiplenmenin çok yanlış bir tutum olduğu da mesaj olarak verilmiş. Daha küçücükken, erkek çocukların böyle bir bakış açısı ve dahası tutum kazanması, yetişkin
olduklarında sevgililerine ve/veya eşlerine nasıl yaklaşmaları gerektiğini öğrenmeleri açısından oldukça önemli bir öykü Uçan Minimini Kadın.
Minik Adam, Minimini Kadın’ı çok sever. Ona duyduğu sevgi o kadar fazladır ki onu, adeta gözünden sakınır. Onun, hafif olmasından dolayı evden uçup gitmesinden korkar. Bunun için “çıkmadan önce kapıları, pencereleri” kapatır. Başta kulağa ve gönle hoş gelen bu tür bir sevginin, aslında Minimini Kadın’ın hayat alanını sınırlandırmak anlamına geldiğinin farkında olamaz. Onun amacı, çok sevdiği eşinin rüzgâra kapılarak uçup gitmesini önlemektir. Hatta öyle ki ona sıkı sıkı sarılarak yürür. Dışarıdan birbirlerini çok seviyormuş gibi görünseler de Minik Adam’ın içinde rüzgâr korkusu vardır. “Ama tüm bu kucaklamalar ve el ele
tutuşmaların ardından yakın olmak istemelerinin yanı sıra rüzgâr korkuları da saklıydı.” Yazar, rüzgâr korkusunu, bağımsız bir doğa olayı olarak görmediğini, alıntıladığımız cümleyle ortaya koyar. İşin aslı, rüzgâr hem Minimini Kadın’ın gökyüzüne uçmasına neden olan bir doğa olayıdır hem de ona özgürlüğünü veren, doğayla bir olmasını ağlayan, kadın olarak ve kendi bilinciyle varlık bulmasına yardımcı olan bir itici güçtür. Minik Adam, bunun farkında olmasa da farkında olan biri vardır: Selmira. Bir kız çocuğu olan Selmira, Adnan’ın bulutlar arasında Minimini Kadın’ın kaybolmaktan korkup korkmadığını sorması üzerine “Belki yere inmek istemiyordur.” yanıtını verir.
Minimini Kadın’ın yere inmek istemediğini, kendisi gibi olmayı arzuladığını eşi değil, Selmira fark eder. Minimini Kadın, eşinin sevgi duygusuyla kendisini sahiplenmesi karşısında gökyüzünde balerin gibi uçmak isteyerek bağımsız, tekil bir varlık olduğunu da ortaya koyar. Uçan Minimini Kadın “Bir taç yaprağı kadar hafif(tir) (…) ayak parmaklarının ucunda hızla” döner. “Bulutlardan aşağı” kayar ve “yeniden maviliğin” içine dalar. Kısacası özgürdür, arzuladığı gibi yaşar. “Kendi denizinde bir peri(dir)” ve bu haliyle yukarıdan kendisini seyredenlere, ne kadar mutlu olduğunu göstermek istercesine el sallar.
Ancak eşinin el sallamasının ne anlama geldiğini fark edemeyen Minik Adam, onun yaşadığı mutluluğun endişe ya da korku olduğunu sanarak “upuzun sapı olan bir kelebek ağını” kavrar, Uçan Minimini Kadın’ı yakalar. Yine eşini anlayamaz ve onun özgürlüğünü sınırlandırır. “Seni kaybettiğimi sandım! Çok korktum!” diyen Minik Adam, sevmenin sahiplenmek olduğunu düşünür, özgür bırakmak anlamına geldiğinin farkında değildir. Minimini Kadın’ın yanı başına olmasını, her zaman kendi kontrolü altında yaşamasını, kaybolmamasını ister. Minimini Kadın’ın balerinler gibi gökyüzünde dans etmesinin özgür olma arzusundan kaynaklandığını fark edemez. Yani henüz aydınlanmamıştır.
Böyle bir bakış açısına sahip olan bir erkeğin yapacağı şey, eşinin kaybolmasını önlemek için onun özgürlüğünü daha fazla kısıtlamaktır. Bunun için bir çare bulur: ayak bileğine ip bağlamak. Bununla birlikte, bir şeyin farkında değildir: Özgür olma, dolayısıyla kendi gibi olma tutkusu değme zincirlerle, bağlarla ortadan kaldırılamaz. Eşi, ayak bileğine ipi bağlarken gülümsemesi yarım kalan Minimini Kadın’ın bu durumdan rahatsız olduğunu fark eden Minik Adam, belki de anlayış ve kavrayış bakımından eksik olduğu için daha iyi bir çare düşünemez. Onun bildiği, kendisinden öncekilerden öğrendiği davranış budur. Ancak
bağlamakla Minimini Kadın’ı yanında tutabileceğini düşünür. Minik Adam, eşinin ayak bileğine “güzel bir fiyonk” yapıp, eşi kontrollü bir şekilde hareket etsin diye ipi daha fazla çözse de Minimini Kadın’ın özgür olma tutkusunun önünde duramaz. Özgür olma arzusu, karşısındaki her şeyi yıkabilecek güçtedir, engellemelere gelmez; setler, barajlar bir süre sonra bu arzu karşısında işlevsiz kalır.
Eşini bağladıktan sonra “gönül rahatlığıyla” dışarı çıkabileceğini düşünen, eşinin özgürlüğünü elinden aldığını düşünmeden onu koruduğuna inanan Minik Adam, Minimini Kadın’ın dışarıda, onu kenetleyen iple birlikte yaşadığının farkında değildir. Minimini Kadın, ayağına bağlanan yani özgürlüğünü elinden alan bağla birlikte yaşamak durumunda kalır. İp, onu korumaz sadece, aynı zamanda eşinin kontrolü altında yaşamasına izin verir. “Yarım bir gülümseme(yle)” yaşamını sürdüren “Alışacağız!” diyerek kendini avutan Minimini Kadın,
güçlü bir rüzgârın akçaağacın arasından esmesiyle, “kâğıdı kalemi” eline alıp rüzgârın davetkar uğuldamasına kayıtsız kalamaz. Artık kararını vermiştir, balerin gibi uçacaktır, rüzgarla gökyüzüne bırakacaktır kendini. Böylece “sevgi” ve “koruma” adı altında özgürlüğünün kısıtlanmasına müsaade etmeyecektir. Mektupta eşinin “korku(su)nu bırakınca” ayaklarının yerden kesileceğini “biraz rüzgar(ın) fırtına” getirmeyeceğini “bir çift kanat takarsa sepete” onu “güneş ışıklarının ve bulutların arasında” bekleyeceğini, böylece “sonsuz gökyüzüne” çıkacaklarını yazar. Mektubun sonunda “uçmayı öğren!” diye salık vererek, bir özgürlük tarifi yapar. Özgürlük, herkes gibi yaşamamaktır, makul olabilecek arzuların peşinden koşmaktır, sınır koymamaktır, yaşam hakkına ve alanına müdahalelerde bulunmamaktır, kısacası yürümek değil uçmaktır.
Minik Adam, eşinin bu tavsiyesini anlamış olacak ki Adnan’ın “bir bilmece” olarak nitelediği mektupta denenleri yapar. Teresa, Selmira ve Adnan’la birlikte bir sıcak hava balonu yapan Minik Adam, gökyüzüne uçunca eşi gibi özgür olur. Eşinin böyle bir bilince sahip olduğunu fark eden ve buna çok sevinen Uçan Minimini Kadın “Geldin! Ne mutluluk!” diyerek taklalar atar, eşinin balonuna doğru süzülür. Minik Adam, değiştiğini, eşinin kendisine verdiği mesajı aldığını göstermek için “Artık buradayım.” der. Bu cevap, çok sevdiği eşini korumak için onu kontrol altına almasının yanlış olduğunu ortaya koyar. Artık çift “o günden sonra birlikte mutlu ve uçarak” yani birbirlerini severek, birbirlerine değer vererek ama birbirlerinin özgürlük alanlarına müdahale etmeden yaşarlar.
Yazar Giulia Cocchella, sevmekle özgürlük arasındaki ilişkiyi anlattığı Uçan Minimini Kadın isimli çocuk öyküsünde/kitabında, büyük bir meseleyi ele almış, bunu çocukların anlayabileceği biçimde anlatmış. Kim demiş, çocuklar bu tür konuları anlamaz diye? Yazarlar, pekâlâ yetişkinlerin “kafa yorduğu” bir toplumsal sorunla ilgili olarak, çocukların kavrayış düzeyini, ilgi ve ihtiyaçlarını dikkate alarak kalem oynatabilir. Çocuklar da bu kitapları okuyarak, geleceğin yetişkinleri olarak daha çağdaş bir fikir dünyasına sahip olabilir.